0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

28. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

"KAPANAN GÖZLER."

Kendimi iyileştiremediğimde insanları da yaralı görmek istedim.

Çünkü bu dünyada, yaralı olmaktan daha kötü bir şey varsa o da yalnız olmaktı.

Ben kötüyüm demem, kötülük yaparım ve Tanrı bana cezamı verir. Benim doğamda var, inkâr edemem. Birinin gözlerine baktığımda orada masumiyeti bile görsem iflah olmam. Bir süre masum kalmıştım ama öyle olduğum için değil, kendimi dizginlediğim içindi bu. İyi olmak için kendimi parçalamadım, çünkü her insan iyi olmadığı gibi her hikâyenin karakteri de iyi olmak zorunda değildi.

Şimdi karşımdaki polis memurunun gözlerine bakarken onu nasıl kandıracağımı düşünüyor, hatta onu kandıracağımı düşündükçe bundan haz alıyordum. Madem arkamda Duman vardı, beni koruyordu, o halde bunu sonuna kadar yalanlayacaktım.

"Sabrım tükendi," dedi karşımdaki polis memuru, delici gözleriyle beni izlerken. "Artık kayda değer bir şeyler söyleyin. Sorduğum hiçbir soruya tatmin edici cevap vermediniz."

"Soruyu tekrarlayabilir misiniz?" diye ricada bulundum.

"Adamın vurulduğu silah elimize geçti ve silahta parmak izleriniz var. Bu da sizi bir başka şüpheli yapıyor."

Elindeki tek kanıt bu muydu? Ben de kamera görüntüsü falan olduğunu düşünmüştüm. Bu beni korkutmazdı, yalan söyleyerek atlatabilirdim. Üstelik Duman buradaydı, beni almadan da gitmezdi. Bu, günler sürecek bile olsa...

“Silah ruhsatlı, erkek arkadaşıma ait bir silah."

Sesim iyi bir yalancıya aitti ama söylediklerim doğruydu. “Alıp silahına baktım, tabii dokunmuş da bulundum. Her silah tutan şüpheli mi oluyor?"

"O silahtan çıkan kurşunla birisi yaralandıysa, evet." Her kelimenin üstüne bastırıyor, benimle başa çıkmaya çalışıyordu. "Silahı o gün neden üstünde taşıyordu? Ya da sen neden alıp silaha bakma gereği duydun?"

Sıkılmaya başlamıştım, gerçekten. "İlk kez hayatımda gerçek bir silah görüyordum, heyecanlanmıştım. Bu kadar basit."

Yalanlarımı anlıyordu ama bunu kanıtlayamazdı; bu yüzden öfkeleniyordu. "Peki silah o gece diğer zanlının eline nasıl geçti?"

Ezberimdeki yalanı hiç beklemeden anlatmaya başladım. "O gece mekânın önünde, valenin arabayı getirmesini bekliyorduk. O esnada yanımızdaki bir grup tartışma yaşamaya başladı, pek ilgilenmedik açıkçası. O tarz mekânlarda bu tartışmalar hep olur. Fakat iş biraz ciddileşmeye başladığında Duman kavganın daha da büyümemesi için tarafları ayırmaya çalıştı. İşte o esnada adam Duman'ın belindeki silahı görünce çekip aldı, tartıştığı adamı vurdu. Olay tamamen bundan ibaret."

Sözlerini duymasam da gözlerini görüyordum ve o gözlerin küstahlığım için öfke kustuğunu anlıyordum. Dudağımın kenarını kıvırdığımda elini ensesine atarak gergince soluklandı. "Olay bu kadar mı diyorsun?"

"Daha fazlası mı olsun istiyorsunuz?"

"Gerçekleri istiyorum."

Gerçekler gerçek olsa da ölecek, bu yüzden gerçekliğin hiçbir değeri kalmayacak. "Benim söyleyeceklerim bu kadar."

"Neye güveniyorsun?" diye sordu ve benim gibi vücudunun bir kısmıyla aramızda bulunan masaya yüklendi. "O sevgiline mi?"

Gülümsedim.

"Biliyor musun?" dedi ve ellerini masanın üzerinden çekerek ayağa kalktı. "Sevgilinle de uğraşırım. Seninle de."

O sırtını çevirip kapıya yürürken, "İnan bunu yapmak istemezsin," dedim ruhsuz bir sesle. "Ne onu ne de kalbini  yormak istemezsin."

"Doğru, kalp hastasıymış," dedi ve kapıyı üstüme sertçe kapatarak gözden kayboldu. Yumruklarımı masaya kapattım ve yüzümü de yumruklarıma yaslayarak sakinleşmeyi bekledim. Duman'a karşı zaafım olduğunu yalanlayamazdım, birisi bu zaafımı yakaladığında beni vurabilecek silahı bulmuş olduğunu fark ediyordu.

Bir süre sorgu odasında bomboş duvarları izledim. Beni şikâyet eden o adamın isminin Faruk olduğunu öğrenmiştik ama Faruk kimdi, bilmiyordum. Faruk Alanguva. Zihnimde bu ismin çağrıştırdığı hiçbir şey yoktu. Duman’ın babası değildi ama kimdi? Amacı neydi? O silahı Duman'ın babasından alıp da nasıl emniyete ulaştırmıştı?

Kapı aralandığında boş bakışlarım o tarafa çevrildi. Üniformalı kadın polis içeriye girdi ve oturduğum sandalyeye kadar gelip beni kolumdan kaldırdı. Ağzımı açıp bir şey söylememek, Duman'ın işini biraz daha zorlaştırmamak için dişimi sıkarak onunla odadan dışarıya çıktım. Etraf çok kalabalık değildi, ana telsiz sesleri yoğundu. Üst kata çıkarken gözlerim etrafı tarıyordu.

Koridorun sonundaki odaya yürürken kalp atışlarım hızlandı. Çünkü burası emniyet müdürünün odasıydı ve Duman içeride olmalıydı. Saçlarımı omuzlarımdan aşağıya atarak kendime çekidüzen verirken yanımdaki polis memuru kapıyı tıklattı ve içeriden aldığı komutla beraber kapıyı araladı. Bakışlarım doğrudan koltuklara tırmandı ve aradığını buldu. Duman deri koltuğun birinde gergince oturuyordu ve kapının açılmasıyla beraber bu tarafa dönmüştü. Yüzünü gözünü görmek sanki uzun saatler sonra nefes almışım gibi beni rahatlattı. Duman illet bir hastalık gibi, tekrar ve tekrar kanıma bulaştı. Hastalık olsan yine isterim seni. Öpsen bulaştırsan yine isterim seni.

Duman'ın beni gördüğünde rahatladığını anladım. Ona göz kırptığımda, gözlerini devirdiğine şahit oldum. Sen iflah olmazsın der gibi bir bakış attığında omzumu silktim ve oturmak için karşısındaki koltuğa yöneldim. Polis memuru kapıyı kapatıp çıktığında içeride Duman, ben ve emniyet müdürü kaldık. Koltuğa yerleştim ve kollarımı göğüslerimin üzerinde kavuşturarak, "Evet?" dedim sorarcasına. "Ne zaman çıkıyoruz?"

Emniyet müdürü rahatlığımdan memnuniyetsizlik duyarak Duman'a doğru döndüğünde sırıttım.

"Evet?" dedi Duman, beni tekrarlayarak. "Ne zaman çıkıyoruz?"

"Yine iyi yırtıyorsun," dedi ve ekledi. "Kamera kaydı olsaydı ben bile bir şey yapamazdım."

"Yapardın," diye ona meydan okudu Duman. "Sen babamın pis işlerini kapatmıyor musun?”

Müdür bunun yüzüne vurulmasından rahatsızlık duymuş olmalı ki kıpırdanarak kravatını gevşetti. "Evet ama... Bunu baban değil, hatta sen bile yapmadın. Bu kız... yaptı! Baban senin yaptığını sanarak bu işin kapanmasını söyledi ama ya kızın yaptığını öğrenirse?"

Duman yumruk halindeki elinin birini yavaşça masaya yerleştirerek bakışlarını biraz daha kıstığında, emniyet müdürü koltuğa biraz daha yapıştı ve bakışlarını kaçırdı. "Öğrenmeyecek," dedi Duman, kendinden emin bir şekilde. "Babamı bilirsin, acımasızdır. Ee, ben de onun evladıyım. Düşün, bu sırrımızı onunla paylaşırsan sana neler neler ederim."

Parmağımın etrafına bir tutam saçımı dolayarak oynamaya başlarken boş bakışlarla tartışmalarını izlemeye devam ettim. Emniyet müdürü gergince ellerini ovuşturarak, "Kimseye söyleyeceğimden değil," dedi, konunun üzerini kapatmaya çalışarak. "Ama öğrenirse hem seninle arası açılır hem de benimle. Evladım... değer mi bir kız için?"

Duman elini masadan çekti, sırtını tamamen koltuğa yasladı ve yüzünü bakışlarıyla beraber bana çevirdi. İnsan içinde kimi öldürürse onun hayaliyle yaşarmış. Ben hayalinle değil, bizzat seninle yaşıyorum. Çünkü seni hiç öldüremedim. 

Gözlerimin en derinine bakarken, "Değer," dedi yalnızca. "Değmeli."

Ama değmeyecek.

Sen toprak olacaksın, ben ateş.

"Bu mevzu bir kez daha buraya taşınırsa üstünü kapatamam," dedi Emniyet Müdürü. Duman irkilerek bakışlarını ona çevirdi. "Zaten emrimdeki memurlar neden olayı irdelemediğimi sorup durdular. Eğer bir kez daha aynı sorunla buraya gelecek olursanız ne kızı kurtarabilirim ne de seni."

Duman kafasını sallayarak onu onayladıktan sonra kısa sakallarını sıvazladı. "Faruk Alanguva dediler? Silahı o mu ulaştırdı?"

"Doğru demişler." Müdür kafasını salladığında aynı soru kafamın içinde biraz daha büyüdü.Duman’la akrabalığı neydi?  "O getirdi, yanımda olunca da gidin alın dedim şunları. Bilmiyorum neden böyle bir şey yaptı ama adamı yaralayanın kız olduğunu biliyor."

Duman onu, "Sesini kıs!" diye uyardıktan sonra kaşlarını biraz daha sertçe çattı. "Adamı ben yaraladım, herkes böyle bilecek.”

"Tamam." Müdür alttan almaya devam etti, çünkü koltuğundan ayrılmak istemiyordu. "Ben karışmıyorum."

"Bu mesele bir daha açılmayacak."

Duman sıkkın bir nefes vererek yerinden doğrulduğunda bir anda odanın tamamını heybetiyle kaplamış gibi hissettim. Ben de kalktım ve dakikalardır bunu bekliyormuş gibi onun yanına yürümeye başladım. Duman da bana yürüdü ve ortada buluştuğumuzda bakışları müdürde olmasına rağmen eli elime yerleşti. Parmakları parmaklarımın arasından geçtiğinde geniş göğsüne bakıyor, damarımdaki kanın hızlanmasını tüm vücudumda hissediyordum. Nerede bir ateş varsa duman oradaydı.

Emniyet Müdürü’yle manalı şekilde bakıştıktan sonra sırtını çevirdi ve elimi tutarak kapıya yürüdü. Asansörü çağırdık ve ben birleşen ellerimizi izlerken gelen asansöre bindik. Yalnızdık. Kapılar iki yana kayıp kapandığındaysa bakışlarım yavaşça yüzüne çıktı ve o esnada Duman ileriye gidip asansörü durdurdu. Beni sırtımdan kendisine doğru bastırdığında sarılma teklifini kabul ederek kolumun birini boynundan geçirdim. Alınlarımız birbirine yaslanırken vücutlarımız da buna uyum sağladı ve iki bedenken tek beden halini aldık. Senin her halini alırım. Ben çoğu zaman zaten senim.

"Senin bir daha bunu yaşamana izin vermeyeceğim," dediğinde sesi ezberlemiş olduğu bir şiiri söylüyormuş gibi kendinden emindi. "Benim yüzümden alıp götürdüler seni."

Parmak uçlarımda yükselirken bu kelimeyi sorgulamadan ona odaklandım ve kısık bakışlarımızın kenetlenmesine olanak sağladım. Gözlerinde uzun bir yoldan gelip evine giren bir insanın rahatlığı vardı. “Saçmalama," dedim sertçe. "Ben birini yaraladım, adam hâlâ yoğun bakımda. Benim burada olmam nasıl senin suçun olabilir ki?"

"Amcam," dedi ansızın. Bakışlarını koyulaştı. "Faruk benim amcam."

"Nasıl?" diye sordum şaşkınlıkla. "Neden?"

"Bilmiyorum." Duman soluklanmak ister gibi alnını alnıma daha sert dayadı ve nefesimi içine doğru çekti."Gidip göreceğim, amacı ne anlamaya çalışacağım."

Bu ne anlama geliyordu? O adamı benim vurduğumu nasıl öğrenmiş, beni neden ihbar etmişti? Hapse mi girmemi istemişti? Ya da Duman'ı üzmek? Düşüncelerimle çatışırken gözlerimi açtım ve bakışlarımız tekrar buluştuğunda onun da aynı şeyleri düşündüğünü anladım. Elimi ensesinden aşağıya kaydırarak göğsüne çektim ve kalbine yaslayarak sordum: "İyi misin?"

Kafasını aşağı yukarı salladı. İyiyim diyemedi, çünkü benim kadar iyi bir yalancı değildi. Bunun yerine başını az daha eğdi ve dudaklarımı ani bir şekilde yakalayarak beni sertçe, inanılmaz hızlı bir şekilde öptü. Çok kısa olduğu için ona yetişememiş, sadece dudaklarının tadını almakla yetinmiştim. Kaşlarımı çatıp dudaklarımdan kaybolan dudaklara bakarken Duman dilinin ucuyla dudaklarını ıslattı ve sırıttı. "Sayende iyi hissediyorum,” dedi öpücüğü kastederek.

Her iki anlamda da kalbine dokunarak, "Güzel," dedim ve ekledim. "Çünkü ben de öyle hissediyorum."

Duman'ın gülümsemesi yüzüne doğru yayılırken en azından onu gülümsettiğim zamanlar da oldu diyebileceğimi fark ettim. Bir an Duman'dan geçmiş zaman kipi ile konuştuğumu düşündüm, ölünce sahiden öyle mi olacaktı? Duman ben şimdi seni alıp nereye koysam ölüm alıp götürmez seni?  Eğildi, bu sefer daha masum bir şey yaparak burnumun ucundan öperek fısıldadı. "Zaten ne hissettiğini ve nasıl olduğunu merak etmeyi bıraksaydım her şey daha kolay olurdu güzelim."

Ellerimi yanaklarıma koydum ve olabildiğince avuçladım suratını. Gözlerimi kırpıştırarak onunla alay ettim. "Güzelin miyim sahiden?"

Duman onunla alay etmem karşısında homurdanarak, "Hadi ama," diyerek beni kendinden uzaklaştırdı. "Bir de gözlerini kırpıştırıyorsun, kes şunu."

"Ah kuzucuğum, neden böyle diyorsun?"

Beni asansörün duvarına doğru iterek tekrardan düğmeye bastığında sırıtarak doğruldum. Üzerimde hâlâ onun kıyafetleri vardı, evden apar topar çıkmıştık. Asansör tekrardan çalışmaya başladığında Duman omzunun üzerinden bana döndü ve yüzümü izleyerek kolunu omzuma attı. Beni sertçe kendine çektiğinde yanağım göğsüne yapıştı ve asansör inene kadar buna devam ettik.

Sokağa çıktığımızda Duman bir taksi çevirdi. Bilmediğim bir adres verdi. Evden aceleyle çıktığı için sigarasını yanına almamıştı, bu yüzden şoföre sigara sordu ve adam reddetmeden ona bir dal verdi. Telefonlarımız evde kalmıştı, bu yüzden annemi arayamıyordum. Neyse ki Abdulrezzak evin çevresinde, annemi koruyordu. Zaten Melih Han hâlâ depoda olduğuna göre annemi incitemezdi. Duman içtiği sigarayı ağzıma dayadığında itiraz etmeden dudaklarımı araladım ve sigaradan birkaç nefes çektim. Duman beni başımdan öptü.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Dudakları hâlâ saçlarımın üzerine yaslıydı ve bu yüzden konuştuğunda sesi boğuk çıkmıştı. "Amcamın yanına. Gidip bakalım, bu işe ne diye burnunu sokmuş."

"Herkes beni senden uzaklaştırmaya çalışıyor," diye fısıldadım. "Ecel bile."

Duman ilk birkaç dakika buna cevap vermedi. Yalnızca ikimizin duyabileceği bir ses tonuyla konuştuğumuz için şoför bizi duymuyordu. Taksi kırmızı ışıkta durduğunda, "Kaderin önüne geçemem," dedi Duman, yakıcı bir sesle. "Ama onun dışındakiler... Babam, amcam, diğerleri... Zerre umurumda değiller."

"Sana zarar verdiğim için mi?" diye sordum aynı sessizlikle. "Sana, sağlığına zarar verdiğim için mi benden hoşlanmıyorlar?"

"Amcam beni sevmez ki sağlığımı umursasın." Sevgisizlik onun için gece alıp üstüne örttüğü yorgan gibi, normal bir alışkanlıktı sanki. "O yüzden sebebin bu olduğunu sanmıyorum bebeğim, işin içinde başka şeyler var."

"Amcan benden kurtulmak istedi."

"Bilmiyorlar seni asla bırakmayacağımı."

Sigarayı ona geri uzattım ve başımı çenesinin altına sığdırarak akıp giden yolu izledim. Evet, bu sefer de yırtmıştım ama bir daha böyle olacağını sanmıyordum.

"Müsait bir yerde indir bizi koçum."

Duman'ın söylediğiyle beraber taksi şoförü arabayı kenara çekti ve durdurdu. Cüzdanını pantolonundan çıkararak içerisine baktı ve sonra homurdanarak taksiciye borcumuzu ödedi. Sanırım yanında az parası vardı. Taksiden indiğimizde arabanın etrafını dolaştım ve önünde dikildiğimiz devasa binaya hayretle baktım. Çok nezih bir yerde, görkemli bir şirketti. Duman elini bileğime geçirdi ve beni peşinde sürükledi. Üzerimdeki kıyafetlerle buraya girerek insanların dalga malzemesi olacağım için sinirlenerek, "Keşke daha sonra gelseydik," diye homurdandım.

"İşlerimizi erteleyemeyiz. Merak etme, dalga geçerlerse ağızlarının payını verebilecek birisin."

"Yine de çok paspal görünüyorum."

"Evet."

Üzerimdeki kıyafetlere bakarak kolumu ondan çektiğimde bir daha tutmaya çalışmadı. Asansörlere yönelirken birkaç kişi Duman'a selam verdi. Amcasının şirketi olduğu için daha önce geldiği aşikârdı. Asansöre bindiğimizde Duman arkama geçti ve başımın üzerine kıs kıs güldü. "Çok eğlendiriyorsun beni."

"Mizah seviyen yerlerdeyse bu tamamen senin kişisel sorunun."

Pis pis gülmeye devam ettiğinde arkamı dönüp suratına yumruk savurmamak için çok zor tuttum. Asansörde bizden başka insanlar vardı, bu yüzden yapmayacaktım. Kata çıktığımızda asansörden indik ve Duman’la beraber koridorun sonundaki odaya ilerlemeye başladık. Saçlarımdan bunalarak onları sol omzumdan toplarken, Duman etrafına bakıp bana döndü. "Sen burada kal," dedi ve bakışlarıyla omzumun üzerini gösterdi. "Geç otur, içeriye girme. Şimdi seni görüp ters bir şey söylerse kavga çıkarırım, bir şey öğrenemeden gideriz. Sen kal, ben gireyim."

Aslında içeriye girmek, ben de o herife hesap sormak istiyordum ama dediği gibi kavga çıkarsa hiçbir şey öğrenemezdik. Başımı salladığımda onun gözlerindeki takdiri gördüm. "Çabuk dön."

Bana göz kırpıp arkasını döndü, uzaklaşmaya başladı. Yanaklarımı şişirerek kendi etrafımda döndüm ve az ilerideki koltuklara yöneldim. Ben utanan, çekinen bir insan değildim ama insanların bakışları beni ve kıyafetlerimi o kadar ötekileştiriyordu ki, neredeyse utanmaya başlayacaktım. Duman'ın çabuk dönmesini ümit ederek ruhsuz bakışlarla bir süre kıpırdamadan camdan dışarıyı izledim.

Bir süre geçmişti ki, bağırtı duydum ve kaşlarımı çatarak bakışlarımı oraya yönlendirdim. Ses Duman'ın içeriye girdiği odadan yükselmişti ve anlaşılan o ki tartışıyorlardı. Birkaç kişinin olduğu yerde durarak benim gibi kapıya baktığını gördüm, bir güvenlik görevlisi koridorun ucunda dikkat kesildi. Bağrıştılar, bir şeyler kırılıp döküldü, koridoru telaş sardı ama benim endişelendiğim tek şey Duman'ın kalbiydi.

Birazdan kapı Duman tarafından fevrice açıldığında doğruldum ve onun süratle yanıma ilerlemesini izledim. Çok hızlı yürüyor, derin derin soluyordu. Gözleri beni görmüyor gibi bakıyordu. Dağılmış olduğunu düşündüm, beni bile görmüyorsa kör olduğunu düşündüm. Onu bu kadar vahşileştiren şeyi merak ederek yarı yolda önüne geçtim. "Duman," diye seslendim ona. "Ne oldu?"

"Gidelim." Tek kelimelik cevap vererek dirseğimden tuttu.

"Ben... anlamıyorum.”

"Gidelim."

Beni dirseğimden çekiştirirken bir elini göğsüne taşıdığını gördüm. Düşündüğüm başıma gelmiş, kalbi ağrımıştı. Az kalsın birilerine çarpacak oldu ama bunu fark etmedi. Açık alana çıktığımız an üzerindeki tişörtün yakasını çekiştirdi ve kendi etrafında dört dönmeye başladı. Buna bir anlam veremeyerek ağzım açık halde kendisine bakakaldım. Amcasına veya herhangi birine ne olduğunu umursamıyordum, Duman'a ne olduğunu öğrenmek istiyordum.

Yoldan geçen bir taksiyi durdurdum ve Duman'a yaklaşarak dirseğinden tuttum. İrkilerek bana döndüğünde gözlerinin kocaman açıldığını gördüm. Gözlerinde o kadar fazla duygu vardı ki hiçbirine yetişemiyordum. Görüyordum, öğrendiği her neyse ona fazla geliyordu. Görüyordum, öğrendiği her neyse kalbi ve ruhunu hasara boğuyordu.

"Duman, neler oluyor?"

Dönüp önümüzde duran taksiye baktı ve sonra başını ellerinin arasına alarak kendi etrafında döndü. Ne söylemem gerektiğini kestiremiyordum. Sakinleşmesini istiyordum ama bunun için neler yapabileceğimi bilemiyordum. Tereddütle omzuna dokunduğumda sertçe bana doğru döndü ve kollarımdan tutarak yüzünü yüzüme eğdi. Kollarıma o kadar bastırıyordu ki vücudum küçülmüştü sanki. "Yanımdan ayrılmayacaksın," dedi her harfin üzerine bastırarak. "Haberim olmadan hiçbir yere gitmeyeceksin."

"Duman, anlamıyorum... ben..."

"Sadece söylediklerime kulak ver," diyerek kollarımı biraz daha sıktı. Beni alıp saklayacak gibi görünüyordu ama bunun imkânı yoktu. "Kimseye güvenmiyorum, hem de hiç kimseye! Yanımdan ayrılma, yoksa seni de alacaklar elimden..."

Gözleri o kadar vahşi ve yatıştırılmaz duruyordu ki, bir an onu sakinleştiremeyeceğimi bile düşündüm. Ama ellerim vardı, ellerim olmasa dudaklarım, dudaklarım olmasa gözlerim... Hepsi senin için. Ellerimi kaldırarak güzel yüzüne yerleştirdim ve kirli sakallarını başparmaklarımla okşadım.

"Unutuyorsun belki ama ben istemedikçe kimse beni bir yere götüremez."

"Öyle değil," derken nefesleri biraz daha sakindi. "Korku bu, tanıyorum. Ne dersen de söküp atamam içimden."

Taksi şoförü korna çaldığında onun dudağına kuru bir öpücük bıraktım. "Ölümden bile korkmuyorken neden bundan korkuyorsun ki Duman?"

"Ölümden de korkuyorum," diye itiraf ettiğinde bana diyecek hiçbir şey kalmamış gibi hissettim ve ellerimi okşayarak yanaklarından çektim. Ölümden korkuyordu, üstelik bunu ilk kez itiraf etmişti.

"Gel, taksiye binelim."

Kafasını salladı ve ellerini kollarımdan çekerek uzaklaştı. Etrafını dolanarak taksiye yan yana oturduğumuzda şoför nereye gideceğimizi sordu. Duman'a ne olmuştu? Ne öğrenmişti de bu kadar korkmuştu anlamıyordum. Benim elinden alınacağımdan bahsetmişti, Allah aşkına o adam ne demiş olabilirdi?

Duman taksi şoförüne evinin adresini verdiğinde itiraz etmedim. Aslında eve gitmek anneme bakmak istiyordum ama annem için evde olmamla olmamam arasında bir fark olmadığını görüyordum. Bu yüzden eve varana kadar hiç konuşmadan Duman'a sarıldım. 

Taksi durduğunda aynı anda kapıları açıp dışarıya çıktık. Yanımızda para yoktu, bu yüzden ben eve çıkarken Duman kapının önünden bekledi. Kapıyı bana Ada açtı, birden fazla soru sordu ama onu cevaplayamadım. Duman'ın odasına geçip etrafı kurcaladım ve komodin rafında birkaç kâğıt para bularak çıktım. Muhammet Ada'yı sakinleştirirken apartman kapısından çıktım ve Duman'ı sigara içerken buldum. Onu süzerek taksi şoförüne ücretini verdim. Taksi uzaklaştığında, Duman'a doğru döndüm. Sırtını duvara dayamış, hararetle sigara içiyordu. Sanırım bu sigarayı da taksi şoföründen almıştı. Duman yapamadı, bakışlarıma sırt çeviremedi ve bana döndü. Daha sakin görünse de bakışlarındaki öfkenin ağırlığı sanki beni omuzlarımdan aşağıya doğru bastırıyordu. “Amcan sana neler söyledi de bu kadar kontrolden çıktın?" diye sordum, sesim cevap talep eden nitelikteydi. "Cevap ver bana."

"Zırvalayıp durdu." Sigaranın dumanını yüzüme doğru üfledi. "Bir şeyden şüphelendim, emin olamadım ama olacağım."

"Şüphelendiğin şey seni üzüyor mu?"

"Hayır... sadece beklenmedik."

"Anlıyorum," diyerek kafamı aşağıya ve yukarıya doğru salladım. Parmaklarım hâlâ göğsünde, tişörtüyle uğraşıyordu. Çıkarken üzerine bir deri ceket almıştı ama yine de üşüyor olabilirdi. "Düşünmemeye bak. Stres kalbine zarar verir."

Dudağının kenarı kıvrıldı. Bu acı bir gülüştü ama kendine mi yoksa bana mı acıdığını anlamamıştım. "Kalbim için asıl zararlı olan şey şu an zaten kalbimin üzerinde, sen neden bahsediyorsun Mahşer?"

Evet, kalbinin üzerindeydim. Ellerim tam oradaydı, parmaklarım çevresindeydi ama ben bunu kastetmemiştim ki. Ellerimi, sonra vücudumu ondan çekerek birkaç adım geriledim. “Tamam, şimdi kalbinin üzerinde değilim."

Tek kaşını kaldırarak aramıza açtığım mesafeye baktıktan sonra, "Sorun şu," dedi ve sigarasını dudaklarına koyup ciğerlerine zehir dolu bir nefes çekti. "Varlığında acıyor ama yokluğunda daha çok acıyor."

Beni kolumdan tutup sertçe kendine doğru çektiğinde tekrar göğsüne yapıştım. Kollarım ikimizin vücudu arasında ezildi ve suratım kalbine denk geldi. Burnum hafifçe acımıştı ama ben bu acıyla sadece alay ederdim. Onu inkâr etmedim, Duman'ı hiç inkâr edemiyordum. Alnımı göğsüne bırakarak bu teması veya sarılmayı kabul ettim. "Benim sana hiç iyi bir şey yaptığımı söylemiyorsun?" dedim düşünceli bir sesle. "Sigara gibiyim galiba. Bir boka yaramıyorum ama bağımlılık yaptığımda vazgeçemiyorsun."

Duman'ın boğazının derinliğinden tuhaf bir ses geldi; gülüyordu. "Güzel benzetme," diyerek beni onayladı. Sonra ağzını kulağıma yaklaştırdı, bunu nefesinin temasından ve sıcaklığından anladım. "Fakat sigaranın bir ücreti var, parayı basıp alırsın. Sen paha biçilemezsin."

Bir anda kalbim o kadar hızlı ve coşkulu attı ki, bunu idrak etmem bile zamanımı aldı. Kalbimin hızlı attığı anlar olmuştu ama heyecandan hızlı attığı anlar çok nadirdi.

Kalbimi avucumun içine almak, bu ne delilik demek istedim. Ben seni kaç kere öldürdüm, ne diye hâlâ atıyorsun?

Seni kaç kere öldürdüler, nasıl atıyorsun?

"Üşüdün," dedi, kulakları sağır eden bir sessizliğin ardından. "İçeriye girelim."

Temasımızı sonlandırıp, "Girelim," dedim ve önünden geçip apartmandan içeriye girdim.

Dairenin önüne geldiğimizde kapıyı bize Muhammet açtı. Onun ardından Ada sandalyesinin tekerleklerini sürükleyerek kapıya yanaştı. Biz içeriye girip ayakkabılarımızı çıkarırken, "Abi?" diye seslendi ama Duman onu duymadığı için tekrarladı: "Abiciğim?"

Duman'ın çehresinde irkildiğini gösteren birkaç ufak mimik gördüm ama bunun üstesinden gelip her zamanki bakışlarıyla Ada'ya döndü. "Efendim?" dedi, sesi yorgundu.

Ada abisinin tavrıyla bocaladı."İyi misiniz?" diye sordu, sorabileceği tek şey buymuş gibi. "Gelip apar topar aldılar sizi, ne yapacağımı bilemedim. Babamı aramayı düşündüm ama... belki babamdan gizlediğin bir şeydir diye ona da arayıp söyleyemedin."

Ayakkabılarımı portmantoya koyduktan sonra saçlarımı tek omzumda toplayarak koridora doğru yürüdüm. Bu arada Duman da üzerindeki fazlalıkları çıkarmış, Ada'nın yanına yürümüştü. Dizlerini kırarak onun sandalyesinin önünde çöktü ve sanki uzun zamandır görmüyormuş gibi Ada'nın yüzüne baktı. Hiçbirimiz bu uzun, hasretlik ve kederli bakışı anlayamadık. Saçlarını öptükten sonra, "Aferin," diye takdir etti onu. Sonra ellerini Ada'nın tutmayan dizlerine yaslayarak bacaklarına baktı. "Babama söylemeni istemezdim zaten."

Ada gülümseyerek Duman'ın saçlarını karıştırdı. "Abimsin, tahmin edebiliyorum düşündüklerini."

"Söyle bakayım," diyerek iç çekti Duman. "En çok neyi düşünüyorum?"

Ada yüzünü astı. "Mahşer ablayı."

Duman bunu kabul etmedi, ama inkâr da etmedi. Bunun yerine eğilip Ada'nın dizlerinden öptü ve tek seferde doğrularak bakışlarını Muhammet'e çevirdi. Ada'nın hemen arkasında, temkinli gözlerle Duman'a bakıyordu. Aralarında soğuk bir bakışma geçtikten sonra Duman gıcıklık olsun diye sandalyenin sağ değil sol tarafından geçerek Muhammet'in önüne çıktı ve sonra yaptığı saçmalık değilmiş gibi, "Önümden çekil," diyerek tip tip baktı. "Yoluma niye çıkıyorsun?"

Muhammet Duman'ın asabiyetini ciddiye almadan gözlerini devirdi. "Öbür taraftan dolanmayıp buradan geçmek isteyen sensin, teknik olarak benim önüme sen çıkmış oluyorsun."

"Teknik olarak seni dörtle çarpar sekize bölerim." Duman diklenmeye devam etti. "Kendi evimde ne taraftan dolanacağımı sana mı soracağım?"

"Sen ne istiyorsun benden ya?" Muhammet altta kalmadı. "Ulan kızı kırsam incitsem anlayacağım ama bir şey yaptığım yok, konuşuyorum sadece! Anladık, abisin falan ama biraz anlayışlı ol!"

Duman kafasını salladı. "Bak şimdi hemen anlayışlı olacağım, bak hemen oluyorum..."

Muhammet dişlerini sıkarak Ada'ya döndü ve abisini şikâyet etti. "Bir de dalga geçiyor benimle!"

Ada gözlerini kırpıştırarak onlara bakakaldı, daha fazla bir şey yapamadı. Gözlerimi devirdim, Duman gerçekten abartıyordu. Arkamı dönerek Duman'ın odasına doğru ilerlerken söylendiklerini duydum ama onu çok da kale almadım. Odaya geçip kapıyı arkamdan örttükten sonra komodinin üzerindeki abajuru yaktım ve kendimi yatağa bırakarak omuzlarımı düşürdüm.

Parmaklarım ense kökümü yavaşça ovarken kapının açıldığını duydum, Duman içeriye girip kapıyı arkasından kapattı. Geçip yatağa, hemen arkama yerleştiğinde vücudum kasıldı ve Duman'ın elleri hiç vakit kaybetmeden omuzlarıma yerleşti. Onun ellerini ensemde hissettiğimde kendi ellerim aşağıya düştü. Başparmaklarını ense köküme, ağrının oluştuğu yere bastırarak beni gevşetirken, "Duş al," dedi kısıkça. "Sırtını yıkarım hem."

"Bence sapıklık yapacaksın, bahane arıyorsun."

Gülmedi ya da gülemedi, bilmiyorum. Duman bir şeyler komik bulduğunda gülerdi ama çok az şeyi komik bulduğu için güldüğünü az görürdüm. Genelde gülüşleri aşağılayıcı, küstah olurdu ama onun samimiyetle gülümsemesini özlemiştim.

"Tamam," dedim sessizliğinde. "Bir duş alayım, sonra zaten çıkıp gideceğim."

Eli ensemden aşağıya indi ve sırtımın ortasından bir çizgi çekerek belimde duraksadı. Sonra kolları belimin etrafını çerçeveleyerek karnımı sardığında çenesinin o kemiğini ensemde hissettim. "Gitmesen keşke."

"Annemi..." genzimi temizledim. "... görmeliyim."

İç çekmekten başka şey yapmadı. Yalnız olsaydım gitmez, burada kalırdım ama bir annem vardı ve beni pek umursama da ona bakmakla yükümlüydüm. Duman, dudaklarını saç bitimimin altına yaslayarak elleriyle beraber boynumu okşamaya başladı. Gözkapaklarım bu hissin büyüsüne kapılarak aşağıya doğru indi ve vücudum gevşemeye başladı. Sadece bu anda kaldım, hiçbir şey düşünmedim. Düşüncelerim olmadan hayat daha kolaydı. "Duman…"

"Nereye gitsem buraya varacağım değil mi? Tam buraya?"

Ensemi öpmesine ses etmedim, izin verdim. Zaten mutsuz, düşünceli, kötüydü ve yapabiliyorsam onun için bir şeyler yapardım. Bir tek onun için bir şeyler yapardım zaten.

Birkaç dakika sonra kalktı ve benim için dolaptan birkaç parça kıyafetle temiz havlu seçti. Doğruldum, temiz kıyafetleri elinden alıp banyonun yolunu tuttuğumda peşime düştü. Ada ve Muhammet'in salonda bilgisayar oyunu oynadığını seslerden anlamıştım. Banyoya girdiğimde Duman da girdi ve geçip dolaba yaslanarak beni izlemeye başladı. Havluyu ve temiz kıyafetleri dolabın üzerine bırakarak ona dik dik baktım.

"Orada mı kalacaksın?"

"Tangan hâlâ altında mı?"

Gözlerimi devirip üzerimdeki sweati bir çırpıda çıkardım ve ona sırtımı çevirerek yürüdüm. Duman'ı tutan öksürüğü duysam da dönüp ona bakmadan küvetin içine girdim ve sıcak suyu açarak dolmasını bekledim.

Altımda hâlâ Duman'ın bir şortu vardı ve oturmamla beraber iyice bacaklarımı açıkta bırakmıştı. Kollarımı bacaklarımın etrafına sararak çenemi dizime yasladım. Sıcak su küvetin içini doldururken, küvetin altın renkli taşına uzunca süre baktım. İtiraf edeyim, bazen bu intikam duygusundan kurtulmak istiyordum. Çünkü içimde beni tutan güçlü bir histi ve o olmadan önce nasıl bir insan olduğumu unutmuştum. Hatırlamak, herkes gibi hissedebilmek istiyordum. Yorulmuştum, bazen bu intikamı ne için aldığımı bile unutuyordum. Babam için miydi? Annem için mi? Duman’la yaşayamadığım zamanlar için mi? Adalet yerini bulsun diye mi? Niye bu intikamı almak istiyordum, neden vazgeçemiyordum?

"Artık her şey manasını yitirdi," diye bir fısıltı duydum, Duman'dan. Su artık küvetin yarısını doldurmuş, beni kısmen ıslatmıştı. Ona dikkat kesildim ama bakmadım. "Bir adım kaldı. O adımı atıp bu işin sorumlusunu bulacağım ve ondan sonra sadece ölmek için yaşayacağım."

Saçlarımı alıp sertçe önüme çektim ve ruhsuzca ıslanmalarını izledim. "Ömer hastaneye yatmak istemediğini söyledi," deyiverdim ve aynı zamanda gözlerimi kapatarak kendime küfrettim. Duman hastaneye gittiğimi bilmiyordu, şimdi ben unutup bunu itiraf etmiştim ve... Dönüp ona baktığımda bunu anlamlandırmaya çalıştığını, hatta anlamlandırdığını gördüm. Olduğu yerden ayrılıp yanıma yürüdü ve küvetin önünde durarak yüzüme daha yakından baktı. Stabil durmaya çalıştım ama bana böyle bakarken yemin ederim çok zordu...

"Benim için endişelendin mi?" diye sorarken sesi gerçekten içtendi. "Ben... gittiğini bilmiyordum."

Yalan söylemeden, gözlerimi kaçırmadan, "Evet," dedim. "Endişeleniyorum."

Onda ne mi görüyordum? Her şeyi görüyordum. Zaman tüneli gibiydi ve ben bu tünele girdiğimde bir daha çıkamıyordum. Geleceğim, geçmişim. Kinim, onun gözlerine baktıkça yerini tuhaf bir hisse bıraktı ve ben bundan duyduğum rahatsızlıkla bakışlarımı çektim. "Çok garip biliyor musun?" dediğinde, sesi kendiyle çatışma halindeydi. "Hiçbir zaman masum veya saf olduğunu düşünmedim. Bazen seni izlerdim, yani okulda... İnsanlar düştüğünde onlarla alay ederdin, gülerdin... Sende, bir insanın bir insanda nefret ettiği her şeyden biraz var ama ben senden nefret edemiyorum. Sen iyi falan değilsin Mahşer ama bazen içinin acıdığını görüyorum ya hani... O an tüm kötülüklerini unutabiliyorum. Çok garip değil mi?"

"Sadece aptalsın," dedim dedikleri karşısında ve derin bir iç çekerek ellerine baktım. Duman bir an sessiz kaldıktan sonra, "İflah olmazsın sen," dedi, sertleşen sesiyle. "İçinde var o öfke. İçinde benden çok öfke oldukça o kibrinden ödün vermeyeceksin."

"Duman, neyi konuşuyoruz?" Gözlerimi ona diktim, dişlerimin arasından konuştum. "Mevzu benim ne olduğum değil, bize ne olduğu. Senin gidebildiğin tek yer burası mı? Ben miyim? Aş beni!"

"Şeytan diyor ki, çek git, sensiz kalıp o zaman görsün..." Duman benim kadar hiddetli şekilde, dudaklarıma doğru tısladı. "Seni nasıl aşayım geri zekâlı."

"O zaman sürünmeye devam et! Çünkü ben buyum, bundan fazlası olamam! Kalbimin yarısı harap yarısı sensin. Bilmen gereken tek şey bu!"

Kaşları fevrice çatıldı ve ardından başını önüne eğerek sakinleşmeye çalıştı. Dişlerimi sıktım, belki de bağırmamam gerekirdi. Kalbi rahatsızdı, biraz da ben yormak istemesem de üstüme geldiğinde patlıyordum. Sabırsızdım ne yapayım! İşte bu yüzden üstüme gelmesini istemiyordum, çünkü onu kırmak hoşuma gitmiyordu. Demiştim, onu boğuyor, ardından kurtarmak için öpüyordum ama öpücüğü fazla kaçırıp öldürürsem ne olurdu? Duman'ın ellerini omuzlarımda hissedene kadar kıpırdamadım ama dokunuşu bana farklı bir dünyanın da var olduğunu gösterdiğinde kafamı kaldırdım. Görebildiğim kadarıyla bir life uzandı, sabunlayıp sırtıma yerleştirdi ve beni döndürerek sırtımı kendisine çevirdi. Sırtımı yıkarken ileriye bakıp az önceki tartışmamızı unuttum.

"Melih Han'ın yanına gidecek miyiz?"

Gerginliği ellerinin sıkılaşmasından bile anlaşılıyordu. "Ben gideceğim," dediğinde itiraz edecek oldum ama benden önce davranarak konuşmasını sürdürdü. "Sen evine git, anneni gör, gece yarısı gelip sana her şeyi anlatacağım."

Melih Han'a eziyet etmeyi, acısına gülmeyi çok isterdim ama Duman çok makul ve ikna edici konuşmuştu. "Her şeyi anlatacağım derken neyi kastediyorsun?"

Elimi suyun içine daldırıp ılık suyu bacaklarıma sürterken ondan bir cevap bekledim ama beni geciktirdi. Sabunlu lifle sırtımı yıkarken gergin sessizliğinden endişe ettim. Karanlığı hissettim, teninden kusarak etrafımızı kuşatmıştı sanki. Duman, senin ortağın, senin katilin oldum, senin cinayetin de olurum.

"Bu gece her şey bitecek."

Sonra sen başlayacaksın... Sen ve kalbin.

Gözlerimi evvelden beri yapmayı istediğim gibi yumdum ve yumruklarımı küvetin içinde, suya yerleştirerek onun dokunuşlarını kabul ettim.

🥀

Ben çiçekleri severdim ama alsam, onları sulamazdım.

Boğazımda günahlarım kadar acı bir tat, gözlerimde katran kadar koyu bir kinle ilerimdeki duvarı izliyor, zamanın nabız atışlarına kulak veriyordum. Saat on bir civarıydı ve annem odasında radyo dinlerken Öğünç ile Çisem hemen yanımda, kısıkça konuşuyorlardı. Doğrusu Çisem Öğünç'e pansuman yapıyor, Öğünç de acıtmaması gerektiğini söylüyordu. Olayın iç yüzünü bilmiyordum ama ikisi de üzgün görünüyordu. Ben geldiğimde kapının önünde salıncaktaydılar ve benimle eve girdiklerinden beri Çisem Öğünç'ün yaralarına dokunuyordu.

"Kimden dayak yedin?" diye sorduğumda ikisinin bakışları da bana döndü. Doğruyu söyleyip söylemediğini görmek için Öğünç'ün gözlerine bakmaya başladığımda huzursuzca soluklanıp bakışlarını kaçırdı. "Öğünç, söyle. Sen güçlü çocuksun, pek pabuç bırakmazdın dayağa falan.”

Çisem elindeki temiz bezi onun kaşına bastırırken, "Babamla tartıştık biraz," diyerek cevap verdi Öğünç. "Silkeledi beni, babama vuracak halim de yok tabii."

Öğünç'ün babasıyla arası hep kötü olmuştu ama sebebini hiç öğrenememiştim. "Sen yetişkin bir adamsın," diye cevap verdim. "Nasıl dövebiliyor seni?"

Bir an Çisem’le bakıştılar ama aslında bu bir an değildi. Zaman siz kime bakıyorsanız ona göre şekil alıyordu. O bakışmadan sonra Öğünç yine bana doğru döndü. "Lafını dinlemedim, o da hakkımdan geldi işte."

"Şunu açıkça anlat Öğünç."

Elini saçlarına atarak gür saçlarını sıkıntıyla karıştırdı. Gözüme kararsız gelse de bana güvendiğinden ya da ısrarımdan dolayı sessizliği bozdu.

"Babam, Çisem'in annesiyle evlendiğinden beri beni evde istemiyordu, biliyorsun. Bu aralar ben eve daha sık girmeye başladığımda rahatsız olmuş, kenara çekip zırt pırt gelmememi söyledi. Bende biraz inat edip diklenince beni bir güzel silkeledi işte."

Çevremde bir avuç kadar insan vardı ve hepsinin ailesiyle sorunu vardı. Allah aşkına, bir kişi bile yok muydu ailesiyle mutlu olan? Ofladım ve kafamı toparlamak adına karşımdaki arkadaşlarıma döndüm. Çisem mutsuz görünüyordu, mor saçlarının bir kısmı ona doğru eğildiği için Öğünç'ün yüzüne dökülmüştü. "Neden eve gelmeni istemiyor Öğünç?"

"Neden olacak?" Çisem sert fakat titreyen bir sesle konuştu. Duygularını hoş görüyordum, çünkü aşkın delilik getirdiğini bilirdim. "Benimle görüşmesin diye."

"Evet," diyerek sıkıntılı bir sesle onu onayladı Öğünç. "Babam ta o zamandan, liseden biliyordu bizim aramızda yaşanan o kısa zamanlı şeyi. O da aynı sıralarda Çisem'in annesine âşık olduğu için görüşmemizi yasaklıyordu. Yani kendi ilişkisi için bizim duygularımızı hiçe saymıştı. Ben o zaman bunun zaten geçici bir şey olduğunu düşündüğüm için babama karşı çıkmamıştım ama bu sıralar Çisem'i sürekli görmek istediğim için bana bilendi."

Babası en baştan beri bu ilişkinin olasılığını bile reddediyor, Öğünç bu yüzden Çisem'den uzak duruyordu. Çisem'e baktım, şaşırmış görünmüyordu. Bunları öğrenmiş olmalıydı. Hafifçe yükselip elimle Öğünç'ün açılan kaşını kontrol ederken, "Neden bu kadar karşı bu fikre?" diye sordum.

Öğünç hiç beklemeden beni cevapladı. "Kendi çevresinde tanınan bir adam, bu duyulursa iş kaybeder, itibarı zedelenir. Yani babam böyle düşünüyor ama sevgi itibarı nasıl zedeler ben anlamıyorum."

"Toplumda herkes her düşünceyi kabul edemez," dedim ve Öğünç'in yanağını hafifçe okşayarak Çisem'e döndüm yüzümü. Ellerini Öğünç'ün yüzünden çekerek kucağına koymuş, iki büklüm olup oturmuştu. Üzerinde deri, siyah bir yağmurluk vardı ve geldiğinden beri çıkarmamıştı. Uzanıp çok az yaptığım şeyi yaptım ve şefkatle elini sıktım.  

"Annen biliyor mu?"

Çisem omuzlarını silkti. "Bilmiyorum."

"Bazı duyguların varış noktası vardır," dedim bakışlarımız her ikisi üzerinde de dolaştırırken. İkisi de bakışlarıma yanıt verdi ama birbirlerine bakmadılar. Sesim kendinden emindi. "Sizin duygularınız oraya varmış, bu yüzden birbirinizden uzak durmakta zorlanıyorsunuz. İnanın birine gitmemek için çabalamak nasıl bir şey biliyorum, bu yüzden belki de şimdi bu kadar anlayışlıyım. Fakat inanın olmuyor, bazı duygular varacağı noktaya vardığında er ya da geç kavuşma oluyor."

Cümlelerim bittiğinde etraf sessizliğe gömüldü. Sırasıyla hepimiz birbirimize baktık. Ben genelde böyle cümleler kurmam, sırf insanlar iyi hissetsin diye konuşmazdım. Çisem derin bir iç çekerek koltuğun üzerinde dikleşti ve aniden kollarını bana dolayarak üzerime yüklendi. Baskısıyla beraber sırtım koltuğa yapıştığında homurdanarak kollarımı kaldırdım ve sarılmasına karşılık verdim. Öğünç bize bakarken bizden daha geniş olan kollarını açtı ve ikimizin de üzerine atarak bizi işgal etmiş oldu. İkisi arasına sıkıştım ama onları itmedim. Sevildiğimi hissettim ki bunu çok az hissederdim. Kendime bunu hissetmek için biraz zaman verdim ve ilerleyen dakikalar boyunca onlara sevgiyle sarıldım.

Bu, kollarımda taşıdığım geçmişten daha ağır bir histi; sevgi.

İlerleyen saatlerde onları baş başa bırakıp odama geçtim ve Duman'ın eşofmanını çıkararak kendi kalın eşofmanlarımdan birini giydim. Üzerimde onun sweati vardı, çıkarma gereği duymadan hâlâ nemli olan saçlarımı sırtıma yerleştirdim. Ojelerden sıkılmıştım, biraz onları soymakla uğraştım. İçeriden film sesi gelmeye başlamıştı, bir animasyon filmi açmış, izlemeye başlamışlardı. Onlara katılmadım, odamda kaldım ve ojelerimi soyarken Duman'ı düşündüm.

Duman. İs gibi, nefes gibi, günah gibi...

Ojelerimi çıkarttıktan sonra saçlarımın dağınıklığından sıkıldığımı fark ederek onları ördüm. O esnada yatağın kenarından duvardaki saate baktım. Gece yarısını geçmişti. Duman gece geleceğini, aklımdaki soruları açıklığa kavuşturacağını söylemişti. Aramalı veya mesaj atmalı mıydım bilmiyordum ama o gelene kadar uyuyamayacağıma emindim.

Vakit ikiyi bulana kadar camdan dışarıya bakıp sokağın köşesini izledim. Evim yüksekteydi, bu yüzden aşağısını ve ışıkları görüyordum ama beklediğim arabayı göremiyordum. Yanağım duvara yaslandı ve gözlerim aşağıya doğru kaymaya başladığında bir korna sesi duyarak irkildim. Hızla doğrulup camı açtım ve merakla etrafa bakarken, telefonuma düşen bildirimin sesini duydum.

Gönderen: Duman Alanguva.

dışarı gel ir misiin

Normalde böyle mesajlar atmaz, yazarken dikkat ederdi. Telefonu bırakıp hızla doğruldum ve üzerime ileride, koltukta bulunan hırkayı alarak odadan çıktım. Çisem ve Öğünç salonda, hâlâ kısık seste bir şeyler izliyordu. Kendimi onlara fark ettirmeden kapıdan dışarıya çıktım ve parmak uçlarımda koşarak evin etrafını dolandım. Bahçenin ahşap kapısını açıp sokağa fırladığım an bakışlarım dörtlülerin aydınlığı sayesinde sağ tarafıma düştü ve önce Duman'ı, sonra arabayı seçtim. Arabadan inmiş, kaputa yaslanmış duruyordu ve elleri de kaputun üzerindeydi. Başı önüne eğikti, yüzü görünmüyordu. Ellerim iki yanıma düştü ve adımlarım daha yavaş, kuşkulu şekilde ona ilerlerken göğsümü huzursuz bir his tırmaladı. Boğazıma bir elin dolandığını hissettim, bir çığlık genzimden kopup dudaklarımdan dışarıya çıkmak için adeta savaşıyordu. Bakışlarım tesadüfen Duman'ın eline düştü ve aynı esnada elinin güçsüzce kaputtan düştüğünü gördüm.

Sonra diğer eli de düştü.

Zaman kan dondurucu bir yavaşlıkla, akıbeti belirsiz şekilde ilerlerken adımlarım bilinçsizce durdu ve Duman kafasını kaldırıp bana baktı. O an dehşetimi saklayamadım, buna çabalamadım. Onun darmadağın, darp edilmiş, incinmiş suratına bakarken, onun şeytanı değil, meleği olmak; onu kandan ve vahşetten arındırmak istedim. Yüzüme şamar inmiş gibi irkilerek kocaman açılan gözlerle ona bakarken, Duman'ın gayretsiz kalan çabalarını gördüm ve dudaklarım aralanırken ileriye doğru bir adım atabildim. Duman'ın gözkapakları aşağıya doğru düşüp bedeni yere yığılmadan önce dudaklarının arasından çıkan tek kelimelik şu cümle oldu: 

“Amcamdı.”

BÖLÜM SONU.